20 Ağustos 2022 Cumartesi

Bir ömür boyunca hepimiz,çoçukuğumuzu özleriz.

22 Ağustos 2021 Pazar

          Tabiatın tv si ateş diye düşündüm içimden, insan farkında olmadan karşısında buluyordu kendini ,yayın sıkıcı bir hal almaya başlayınca kuru bir odunla kanalı değiştiriyordun.



           Köydeydim ben ilk seferinde;  yer yatağında kardeşimle yan yata yatıyordum, gün aydınlanmamıştı daha ,ama camdan  gümüş grisi bir alacakaranlık,  ocak başında, babaannemi görmeye yetiyordu .Sabahın köründe sağdığı sütü, kaynatmak için kırdığı çalı çırpının sesi, uyandırmıştı beni. Birden şimşek çakar gibi aydınlandı   oda.   Babaannemin minicik gövdesi dev gibiydi  duvarda, insan burada  en fazla bu kadar büyüyebilirdi,  oda  bir anlığına, sonra çıra yandı, çam koktu , ardından kozalaklar yandı çıtırdamaya başladı odunlar, işte ilk o zaman fısıldadılar kulağıma; gel bul bizi ormanlarda…





       Başım okşanırcasına,  uzun gürgen ağaçlarının dalları,  esen rüzgarla sallanıyor az uzağımdaki çeşmenin pınarıysa bana masallar anlatıyordu, arada bir gözümü açıp ateşe bakıyor her seferinde biraz daha azaldığını fark ediyordum. Onunla birlikte her şey biraz daha kararıyor ve ormanda benimle birlikte uyuyor gibiydi.

        Aniden irkilerek uyandım, apar topar çıktım çadırımdan, etrafımdan sürünerek bana yaklaşan birilerinin olduğuna yemin edebilirdim, duyduğum ses tıpkı böyleydi.

          Kafa lambamı yaktım nefesim düzelmemişti daha, başımı bir sağa bir sola çeviriyor ama bir şey göremiyordum ışığı söndürüp sessizce beklemeye karar verdim, çok geçmedi gene duyuldu o ses ama bu sefer sürünen biri değil de bir böcekten irice, belki bir kirpi, ya da kaplumbağa.



          Işığı açınca fark etim onları ,iki yengeç ,suya doğru yürüyorlardı, geçen seneden kuruyup kalan gürgen yapraklarını hışırdatıyorlardı.Çadırda kulağım da zemine yakın olunca,   bizim yengeçler de  oldu elleri tetikte sürünen dağ komandoları...


2 Aralık 2013 Pazartesi

Her mevsimin tadı başkadır elbet
                                               içlerinde en sevdiğm sonbhar ve onun sarı hüznü

7 Kasım 2013 Perşembe

Kahve Molası

"1554 Tarihine gelinceye kadar İstanbul 'da ve kesinlikle bütün Rum ilinde kahve ve kahvehane yok idi.Söylenen yılın başlarında Halep'ten Hakem adında esnaftan bir adam ile Şam 'dan Şems adlı kibar bir kişi gelip Tahtakale'de açtıkları birer büyük dükkanda kahve satmaya başladılar.
                             Keyiflerine düşkün bazı kişiler özellikle okur-yazar takımından birçok büyük kimse bir araya gelmeye ve yirmişer otuzar kişilik toplantılar düzenlemeye başladılar .
                      Kimisi kitap ve güzel yazılar okur , kimisi tavla ya da satranç oynardı.Bazen yeni yazılmış gazeller getirip şiir ve edebiyattan söz edilirdi. ahbap toplantıları yapmak için büyük paralar harcayarak ziyafetler çeken kimseler artık bu masraftan kurtulup bir iki akçelik kahve parası vermekle toplantı sefası sürmeye başladılar"
                                        Beni tanıyanlar kahve içmeyi ne çok sevdiğimi bilirler bu nefis tadı içmeyide Halep'ten Hakem ile Şam'dan Şems'e borçlu olduğumu  İskender Pala'nın kitabından öğrenmiş oldum,benden selam olsun Hakem ile Şems 'e...
Depresyona ilaç


Kütük Ev

           Bu şirin orman kulübesinin içindeki şöminenin karşısındayım koltuğumun altında bir minder ateşi izliyorum :)

14 Kasım 2012 Çarşamba

pabucunu attım dama

Ne kadar oldu sahi pabucun dama atılalı?
Posted by PicasaOsmanlı döneminde esnaf ve sanatkarların bağlı bulunduğu teşkilat, ticaretin yanında sosyal hayatı da düzene sokuyordu. Kusurlu malın, malzemeden çalmanın ve kalitesiz işin önüne geçmek için de ilginç bir önlem alınmıştı. Bir ayakkabı aldınız veya tamir ettirdiniz diyelim. Ama kusurlu çıktı. Böyle durumlarda heyet şikayeti ve sanatkarı dinliyor. Eğer şikayet eden gerçekten haklıysa, o ayakkabıların bedeli şikayetçiye ödeniyordu. Ayakkabılar da ibret-i alem olsun diye ayakkabıyı imal edenin çatısına atılıyordu. Gelen geçen de buna bakıp kimin iyi, kimin kötü ayakkabı tamir ettiğini biliyordu. Böylece pabuçları dama atılan ayakkabıcı maddi kazançtan da oluyor ve gerçekten pabucu dama atılmış oluyordu.

11 Mayıs 2011 Çarşamba



Ah gönlüm, sanma ki hep böyle alev alev yanacaksın

Yanan değişirmiş köz köz olucaksın.

Mevsim kış olup başına karlar yağınca

Hatıraların dumanı gözlerine kaçınca

İyi yaptım dediğin bir sürü şey, kendi aklınca

Gözlerden belki iki damla yaş akınca

Ahh çok pişman olucaksın......

Lafdan anlamaz gönlüm ölünce mi gözünü açıcaksın?
Posted by Picasa

14 Haziran 2010 Pazartesi

Yaş otuz beş! yolun yarısı eder.
Dante gibi ortasındayız ömrün.
Delikanlı çağımızdaki cevher,
Yalvarmak, yakarmak nafile bugün,
Gözünün yaşına bakmadan gider.

Şakaklarıma kar mı yağdı ne var?
Benim mi Allahım bu çizgili yüz?
Ya gözler altındaki mor halkalar?
Neden böyle düşman görünürsünüz,
Yıllar yılı dost bildiğim aynalar?

Zamanla nasıl değişiyor insan!
Hangi resmime baksam ben değilim.
Nerde o günler, o şevk, o heyecan?
Bu güler yüzlü adam ben değilim;
Yalandır kaygısız olduğum yalan.

Hayal meyal şeylerden ilk aşkımız;
Hatırası bile yabancı gelir.
Hayata beraber başladığımız,
Dostlarla da yollar ayrıldı bir bir;
Gittikçe artıyor yalnızlığımız.

Gökyüzünün başka rengi de varmış!
Geç farkettim taşın sert olduğunu.
Su insanı boğar, ateş yakarmış!
Her doğan günün bir dert olduğunu,
İnsan bu yaşa gelince anlarmış.

Ayva sarı nar kırmızı sonbahar!
Her yıl biraz daha benimsediğim.
Ne dönüp duruyor havada kuşlar?
Nerden çıktı bu cenaze? ölen kim?
Bu kaçıncı bahçe gördüm tarumar?

Neylersin ölüm herkesin başında.
Uyudun uyanamadın olacak.
Kimbilir nerde, nasıl, kaç yaşında?
Bir namazlık saltanatın olacak,
Taht misali o musalla taşında.


Cahit Sıtkı Tarancı

3 Ekim 2009 Cumartesi

ördek ailesi



Ne derler bilirsiniz dünyayı sel bassa ördeğe vız gelirmiş.Derin cede keyif yapan bu aile ne şirin
Posted by Picasa

1 Ağustos 2009 Cumartesi

kefke sahili


Bembeyaz martılar gezen sahilde,
Serpildi akşamın fani renkleri,
Sevgilim işte yok hayalin bile
Susmuş her tarfata aşk ahenkleri...

Rüyalı beldeler yolcusu ibi
Bu tenha yollarda hep seni andım
Şimdi tesellisiz ağlayan kalbi
Unutma bir akşam ararsın sandım

Artık bu yerlerde bir hicran sesi,
İlahi bir kızın son bir niyazı var.
Silinmiş kuşların beyaz gölgesi.
Dalgalar eğilip boş yere ağlar.

S.Z.Aktay
Posted by Picasa
Sevgili meslektaşım Ayhan bu gezide bana yol arkadaşlığı yaptı ve ben o manzarayı seyrederken çektiğiğm fotoğrafın yanına aklıma gelen bu şiiri belki de ikimizinde aklımıza o an gelen bu şiiri onu düşünürek iliştiriyorum.



KİM BİLİR

Güneşle beraber söndüğüm akşam
Ağlayacak hangi rüzgar kimbilir?
Mermer bir heykele döndüğüm akşam
Baş ucumda kimler yanar,kimbilir?

Her yanında yanık bülbüller öten
Bahçelerden bir gün sessiz geçerken,
Tabutumu yeşil dallar içinden
Seyredecek hangi bahar,kim bilir?

"Nerde bizi candan seven o yolcu?
"Niçin türkülere aksetmez oldu?"
Diyerek ruhuna çam kokusunu,
Yollayacak hangi dağlar,kim bilir?

O yıl güllerimi kim derecek?
Bağımda üzümler nasıl erecek?
Bana en son yudum suyu verecek
Hangi pınar,hangi pınar,kim bilir?

Ö.B.Uşaklı
Posted by Picasa
SERSERİ


Yeryüzünde yalnız benim serseri,
Yeryüzünde yalnız ben derbederim.
Herkesin dünyada varsa bir yeri
Ben de bütün dünya benimdir derim.

Yıllarca gezdirdim hoyrat başımı,
Aradım bir ömür arkadaşımı.
Ölsem dikecek yok mezar taşımı;
Halime ben bile hayret ederim.

Gönlüm ne dertlidir ne de bahtiyar;
Ne kendisine yar,ne de kimseye yar.
Bir ruya uğruna,ben diyar diyar,
Gölgemin peşinde yürür giderim...
(çile)
Posted by Picasa
Posted by Picasa
Kandıra yolunda giderken şu köyün güzelliğine yakından bakmadan edemedik, siz bu resme bakarken duyamıyorsunuz tabi sesleri ben size söyliyeyyim horoz ötüşleri, çekirge seslerine karışırken esen seher yeli yanı başımdaki otları hışırdatıyor gölrtten bir iki kurbağa solo serenat yapıyordu.
Posted by Picasa

28 Mayıs 2009 Perşembe

27 Mayıs 2009 Çarşamba

inönü yaylası

Al eline bir değnek,
Tırman dağlara, söyle!
Şehir farksız olsun tek,
Mukavvadan bir köyle.

Uzasan, göğe ersen,
Cücesin şehirde sen;
Bir dev olmak istersen,
Dağlarda şarkı söyle
N.Fazıl

kar

Posted by Picasa
Posted by Picasa

göl

Posted by Picasa
Posted by Picasa
Posted by Picasa

inönü yaylası

Koca bir kış şehirden başka bir yerlere gdemediğimiz için demir atım ve ben sabırsızlanıyorduk nisan ikinci haftası güneş yüzünü gösterir göstermez kendimizi attık dağlara ve yaylalara,leydies and centilmen fotolarda gördüğnüz gibi inönü yaylası hakikaten şirin bir yayla ve serindereyi oluşturan derelerden ilki bu yayladan doğuyor yaylada benden başka kimse yoktu bunu yadırgamadım zira hava hala oldukça soğuktuyolda yaylaya gelirken hala erimeyen kar yığınları bile gördüm sessizliğe sesini katarak huzuruda ekleyen kuşlar ve dere şırıltısı bir ikindi vakti çekilen bu fotoğrafları sizinle paylaşmak istedim.
yüreğinizin hep yayla serinliği veren bir huzurla dolu olması temennisi ile......

Posted by Picasa